Bu yıl, ülkemiz tarımı için tarihi bir dönemeç olan yüzyılın don olayı, özellikle de tarım sektöründeki çiftçiler için büyük üzüntü kaynağı oldu. Ülkenin birçok bölgesini etkisi altına alan bu sert hava koşulları, bahar aylarında filizlenen birçok meyve ve sebze türünü yerle bir etti. İlgili uzmanlar, bu tür hava olaylarının sıklıkla yaşanmasının, iklim değişikliğinin bir yansıması olduğunu ifade ediyor. Ancak bu yıl yaşanan don olayı, birçok çiftçi için adeta kabusa dönüştü. Mantıkları kalıplaşmış tarımsal bilgilerin sarsıldığı, elma ağaçlarının renk değiştirdiği ve umutların suya düştüğü bir sezon geçirildi. Bu olayın etkileri hem ekonomik hem de psikolojik açıdan büyük bir darbe vurdu.
Dondan zarar gören bölgelerdeki çiftçiler, tarlalarındaki mahsullerin tamamen yok olduğunu, ve bir tek çürük elma haricinde bir şeyin kalmadığını gözlemlediler. Elmanın çürük hali, umutsuzluğun simgesi haline geldi. Yıllarca emek verdikleri ağaçlarının meyvelerinin döküldüğünü görmek, birçok çiftçide derin bir üzüntü yarattı. Kimi çiftçiler, yıllarca süren uğraşlarının, doğru zamanlama ve hava koşullarının nasıl hayal kırıklığına dönüştüğünü anladı. Üretim sezonu boyunca yapılan her yatırımın, her bir fidan için dökülen terin ne denli katlanılmaz bir kayba yol açtığını anlamak, onları daha da derin bir kaygıya sürükledi.
İlkbahar mevsiminin başında, tabiatın uyanışına şahitliğimizin tam ortasında, beklenenden çok daha soğuk bir hava dalgasıyla karşılaştık. Gerek meteorolojik gerekse tarımsal durumlarda hazırlıksız yakalanan çiftçilerin, don olayının meydana gelmesiyle birlikte el hareketleri karamsarlık içerisinde kalakaldı. Özellikle küçük ve orta ölçekli çiftçilere yönelik yardım mekanizmalarının çoğu çalışmadı. Çoğu, mevcut olan elma ağaçlarının neredeyse tamamının don etkisiyle öldüğünü veya büyük zararlar gördüğünü belirtti. Birçok çiftçi bu kaybı telafi edememenin korkusuyla, tedarik zincirinin nasıl işleyeceğini ve pazara tekrar nasıl döneceklerini sorgulamaya başladı.
Uzmanlar, yüzyılın don olayının sadece bu yıl ile sınırlı kalmayacağını ve gün geçtikçe bu tür iklim olaylarının artacağını öngörüyor. Bu bağlamda, pek çok çiftçinin çevresel değişiklikler karşısında kendilerini nasıl koruyacaklarını ve buna nasıl hazırlıklı olacaklarını sorgulaması gerekiyor. Tarım alanlarında yapılan güncel araştırmalar, tarımsal politikaların daha esnek ve sürdürülebilir hale getirilmesi gerektiğini vurguluyor. Bu durum, kısa sürede uygulandığında çiftçilere daha fazla destek sağlayabilir. Ancak mevcut sistem içerisinde bunun uygulanabilmesi için sosyal politikaların da gözden geçirilmesi gerekiyor.
Çiftçiler, yaşadıkları bu felaketle başa çıkabilmek amacıyla yeni stratejiler geliştirmek zorunda. Bunun için yalnızca finansal destek değil, aynı zamanda eğitim çalışmaları ve klimanı sık sık gözlem yapabilen sistemler geliştirilmesi gerekiyor. Bahçe okullarının kurulması, genç çiftçilerin eğitimi ve atölye çalışmaları gibi yenilikçi çözümler, bu tür durumlardan daha az etkilenme imkanı sunabilir. Adeta yıkımın eşiğinde kalmış koca bir geçmişin üzerine bireysel ve toplumsal dayanışma ile yaşanan sıkıntıların aşılması için birlikte arasında adım atılması kaçınılmaz görünüyor.
Ülkemizde çiftçiliğin, tarımın ve doğanın önemini yeniden sorgulamak ve farkındalık yaratmak için böyle olayların bir ders niteliği taşıdığına tanıklık ediyoruz. Tarım sektöründe doğa ile uyumlu bir yaşam biçiminin benimsenmesi, tarım politikalarının sosyal ve çevresel duyarlılık yönünde değiştirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Bu tür felaketler, gelecekte benzer durumlarla karşılaşmamak adına gerek politikacıların gerek tüketicilerin bilinçli davranma gereksinimini bir kez daha gözler önüne seriyor. Fakat bu durumda en büyük yük, doğrudan mağdur olan çiftçilerin sırtına biniyor. Gelecek yıllarda umarız ki bu tür don olaylarıyla daha az karşılaşabiliriz ve çiftçilerimizin emeği karşılığını bulur.